9 Temmuz 2010 Cuma

Artı Eksi Listesi..


Evet, Ardamı özlüyorum. Hem de çok. Şu anki hormonel dengesizliğimin buna katkısı da bol elbet ama asıl sebepleri şunlar:


Kokusunu özlüyorum
Bana dokunuşunu özlüyorum
Öpüşünü özlüyorum
Sarılışını özlüyorum
Gülünce aradan çıkan o küçük dişini özlüyorum
Küçük kulaklarını katlamayı, kafasını “küçük kafalı” diye sevmeyi özlüyorum
Motoruyla beni gezdirmesini özlüyorum
Her şeyi yapabilecekmişim gibi hissettirmesini, beni benden iyi bilmesini özlüyorum
Merdivenlerden çıkarken ayakkabılarının çıkardı lastik sesini özlüyorum
Motorunun yaklaştığını duyunca kalbimin deli gibi çarpmasını özlüyorum
Ona bir çıt daha iyi gözükmek için kendi çapımda verdiğim küçük çabaları özlüyorum
Çılgın sevişmelerimizi özlüyorum
Teninden aldığım elektriği özlüyorum
Beraber film izleyip, çekirdek çıtlamamızı özlüyorum.
Onu paten kayarken izlemeyi özlüyorum
Kendimi özel hissettirişini özlüyorum
Beraber rahat vakit geçirmeyi özlüyorum
Saçma sapan şeylere gülüşlerimiz özlüyorum
Kediyi beraber çıldırtmamızı özlüyorum
Gece yarısı hazır makarnayı suya atarak ona yaptığım yemeği afiyetle yemesini izlemeyi özlüyorum
Konuşacak bir şeylerimizin oluşunu özlüyorum
Akşam konuşacağımızı bilerek kafamda bütün günü ona anlatacak şekilde derlemeyi özlüyorum.
Onunla umarsızca para derdimiz olmadan beraber yaşamayı özlüyorum.
Boş günlerinde bütün günü beraber el ele, koyun koyuna geçirişimizi özlüyorum
Onsuz bir gelecek düşünemeyişimi özlüyorum. Hala pek düşünemiyorum aslında, o yüzden geleceğe bakmıyorum pek.
Nerede kiminle ne yaptığını bilmeden %100 ona güvenip kendimi ona bırakabilmeyi özlüyorum.
Zor kararlarımda yanımda olup mantığın sesi olmasını özlüyorum. Ne kadar daha sonra duygusal özlemini itiraf etmiş olsa da.
İlişkimizin başındaki “biz”i özlüyorum. Ben de, o da çok değişmişiz fiziksel olarak, ;Ruhsal olarak da çöküşe geçmişiz.
Ortaköy’deki halimizi özlüyorum. Dışarısı yıprattı bizi. Ve bu çöküşe hazırladı.
Bunların hepsinin farkında olup yine de bunları yaşadığım için şanslı sayıyorum kendimi. 3 ay boyunca her gün özlemini duyduğum birini bana verdiği için, yokluğunu hissettiğim bir ilişkiyi bana yaşattığı için, her şeyin ilkini bu kadar güzel biriyle, bu kadar güzel şekilde paylaşabildiğim için “evren” teşekkür ediyorum. Şükürler olsun Arda’yı bana verdiği için. Eminim almasında da daha büyük bir “ilahi müdahale” vardır. Belki de bir zaman sonra geri verecektir



Tabii her şey güllük gülistanlık değildi. Tozpembe gözlüklerle de bakmıyorum olaya. Hatırlıyorum:



Beni ne kadar sevmiş olsa da o en başından bu ilişkiye “eğlencelik” gözüyle baktı
İlk zamanlar kendimi inanılmaz özel hissettirmesine rağmen, son zamanlarda “erkek arkadaşlarım yanında seni aramak istemiyorum” a döndü olay.
Benim ona ihtiyaç duyduğum kadar hiç bir zaman o bana ihtiyaç duymadı.
Ailesine karşı gelecek gücün onda var olmasına rağmen, bu gücü benim için savaşmakta kendinde bulamadı. Gerçi burada dürüst olmak gerekirse sanırım ben de kendimde bulamadım.
Oturup kalkmasını, biraz şık olmasını, kaliteli ortamlarda nasıl davranılacağını bilemedi, bilemezdi zaten ama öğrenirdi.
Ben o her çağırdığında gittim, ama o her çağırdığımda gelmedi.
Onun beni benim onu özlediğim kadar özlediğini zannetmiyorum
Duygularını bir türlü ifade etmedi hiç, bütün ilişkiyi “içinde yaşadı” o. Özellikle söylemiş olamama rağmen bir çiçek almadı bana
Beni benden fazla düşündüğünden doğum günümü piç etti. Hiç bu kadar kötü bir doğum günü geçirmemiştim. Ama yılbaşında telafi etti gerçekten bunu da.
Beni bırakabilmiş olmasından nefret ediyorum. Mantığın ikimiz için de bir yerde duyguların önüne geçebilmiş olabilmesinden nefret ediyorum. İşte tam burada o iğrenç “demek ki yeterince sevmemişiz birbirimizi” durumu geliyor. Çünkü tamam ben daha bir çıt çok savaştım belki ama ben de oluruna bıraktım en sonunda.
Daha ayrılmadan onun bu ilişkiye kendini sırf bu yüzden tam vermediğini biliyordum. Ve bundan nefret ediyorum. Ben başından beri aynı başladım, o da aynı başladı belki ama aynı sayfada değildik herhalde.
Yaklaşık 3 ay geçiş olmasına rağmen her motor sesine dönüp bakıyor olmamdan nefret ediyorum
Bu ilişkiyi kafamda bitirmeye hala hazır olmayışımdan nefret ediyorum.
Onun benim istediğim adam olamamasından nefret ediyorum.
Beraber bir tatil yapamamış olmamızdan nefret ediyorum. Ama imkânımız olsa da yapamazdık fazla atletik o benim tatilim için. Gerçi her zaman “Uludağ”ımız olacak.
Uludağ’da telesiyejde bana dönüp “Biz de adammışız be Etik!” dedikten 1 ay sonra benim onun için daha güzel planlarım varken kendini o hayalini kurduğu küçük kutuya hapsetmesinden nefret ediyorum.
Ortaköy’den sonra dışarıda sudan çıkmış iki balık olarak bir oraya bir oraya salınmış olmamızdan nefret ediyorum. Bir türlü ne yapmak istediğine karar veremeyip ben onu 5 saat oturup beklemişken benimle sadece 1 saat oturmuş olmasından nefret ediyorum.
Onun da ilklerini benimle yaşamış olduğunu çat pat biliyor olmama rağmen bana bunu hissettirmemiş olmasından nefret ediyorum.
Her gözümü kapattığımda, hatta kapatmadığımda onu görmekten nefret ediyorum.
Bir küçük sözle beni geri kazanabilecek olmasından ve bunu yapmayacağını bilmekten nefret ediyorum.
Her gittiğim yerde onun görmek istemekten, aslında görmememin daha iyi olacağını bilmekten ve en sonunda onu görmeyince üzülmekten nefret ediyorum.
Aklımda başkalarıyla yeni, bir ilişki kurduğu ve ya kuracağı gerçeğiyle boğuşmaktan nefret ediyorum.

Eskiden anlamsız gelen bütün şarkıların benim için yazılmışlar gibi gelip gözüme yaşlar doldurmasından nefret ediyorum.
Beni “iki” kere gözümde yaşla terk ettiği merdivenlerin başına her geldiğimde ağlamaya başlamaktan nefret ediyorum.
Beşiktaş’tan her geçtiğimde kalbimim küt küt atmasından ve seni orada göremeyince yaşadığım hayal kırıklığı ve hüzünden nefret ediyorum.
Seni özlüyor olmaktan, benim yerime yalnızlığı seçmiş olmandan nefret ediyorum.
Beni aramama gücünü kendinde bulabilmenden nefret ediyorum.



Sensizlikten nefret ediyorum...

4 Temmuz 2010 Pazar

Ardaaaaaa!!!!!!!

Hadi gel arttık yeterrr!!!!!

Bana yetmediği gibi sana da yetmesin istiyorum! Benim aradığım gibi sen de beni ara istiyorum! Yokluğumun farkında ol varlığuımı iste istiyorum!

Çok mu şey istiyorum?!?!

Yeter bence bu kadar.. Artık yen korkularını da hayatı yaşayalım biraz..

18 Haziran 2010 Cuma

"Aşk"ın Laneti

Tek başıma kalmaya mahkumum sanki. Ben çıkmak, içmek, ucundan biraz dağıtmak istedikçe sanki evren ilahi müdahalesine başka bir açıdan devam ederek beni benle başbaşa bırakıyor. Benim bütün ayrılıklarında yanında olduğum ablamın, tam biz Arda'yla ayrıldığının muhtemelen eveleneceği yeni sevgilisiyle çıkmaya başlaması, iyi arkadaşım dediğim Arda'nın hiç gözünün tutmadığı ve ayrılacağımız gün, ayrılacağımızdan Arda'dan önce haberi olan Seçil'in iyi gün dostu çıkması ve özellikle "bak, 2 senedir hayatım Arda'dan ibaret, beni yalnız bırakmamalısın bundan sonra bi süre" dememe rağmen bir kere arayıp nasılsın diye sormaması, çıkıp içme ve bilimum herşeyi yapma arkadaşım Zeynep'in diploma projesi nedeniyle kendini evine kapatması, Ezgi'nin Evren yok diye kendini gece hayatından uzaklaştırmış olması.. Hepsi toplandı ve farketmeden bana karşı bir komplo kurdular sanki.

Arda'dan ayrılalı tam tamına 2 ay 6 gün oldu. Yüzünü göreli ve sesini duyalı 1 ay 2 gün. Artık geçmesi lazım biliyorum. Onda geçti. Aslında bunun bi kısas olmaması lazım onu da biliyorum. Kendi kendime kendi sürecimi yaşayacağım onu da biliyorum. Ama dayanamasın istiyorum. Geri gelsin istiyorum. Bir yandan da hiç bir şey istemiyorum. Geleceğe bakmak istiyorum. Ben bir dönüm noktasındayken, hayatı tıkanmış biriyle kendiminkini de tıkama tehlikesini göze almak istemiyorum. Beni yükseltecek biri istiyorum. "Mutlu olduğumu sanmışım." dedirtecek birini istiyorum.

Konuya şuradan geldik aslında. Bu süreçte tek alkol alımım annemle oldu. Gece çıkmam olmadı bile. Sanki bir güç zorla beni evde oturtuyor. Düşünmekten de sıkıldığım ve artık bunaldığım için uyuyorum. Artık saat 10 dedin mi gözlerim kapanıyor. Koyuyorum Simpsons'ı.. benden güzeli yok. Tabii her akşam aynı şeyi yapamaya başlayınca bir depresyon durumunun eşiğinde belki de tam ortasında olduğunuzu farketmeden duramıyorsunuz.

Çıkmak istiyorum ben. Sosyal olmak. Gezmek görmek, eğlenmek, içmek, yeni arkadaşlar edinmek, özlenmek, sevilmek.. Çok tabii istekler değil mi bunlar? O kadar da zor olmamalı..



9 Haziran 2010 Çarşamba

Beni Hatırla..


"Unutma beni.. unutama beni" şarkıları daha mart ayında çalarkene içim bir cız edip Arda'ya armağan ediyordum bu şarkıyı daha ayrılmadan. "ben nasıl ki unutmadım, sen de umutma beni.. unutama beni.." Şimdi ise tek mantıklı gelen şarkı " şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, şimdi bana seninle bir ömür vaad etseler, şimdi bana yeniden ister misin deseler, tek bir söz bile söylemeye hakkım yok..."

Aslı o da değil aslında ama neyse...

Son olan olaylar şöyle.. Doğumgününde "Doğumgünün kutlu olsun. Nice senelere.." mesajımı haklı olarak soğuk bulan bir kaç arkadaşın yorumu üzre yüzbin kişiye sorup tatmin edici bir cevap alamayıp en güzel tepkinin Ezgi'den gelen "bir balkona çık, hava al, ne yapmak istediğine kendin karar ver" demesiyle balkona çıktım. "iyiki dogmuşsun Ardam. Keşke yanımda olsaydın" yazdım ve durdum. O sırada Reyhan'ın feysbukuna yazıdığı "Sevdiğin şeyi serbest bırak. Eğer seninse geri dönecektir" yorumunu düşünüp "keşke"lere hiç girmesem daha mı iyi acaba diye düşünüp, 3 haftadır tırrnağımda olan ojeyi soymaya koyulmuşken birden bire "gönder"e bastığımı farketttim ve ardından tek gördüğüm "iletildi: Arda" oldu.
Yağan yağmurdan ıslanan götümdeki eşofmanı değiştirmekten döndüğümde telefonumda basit tek bir cevap vardı "saol etim iyiki doğmuşum ki seni tanımışım"

Üstüne ne kadar "Seni seviyorum. Geri dön!" demek istesem de, hiç birinin sonunun şimdikinden farklı olmayacak olsılıkları düşünerek vaz geçtim. Yeniden balkona çıktım. Mesjı yazdım. Elimi telefonun üzerinde oynaştırdım. Ama hayır. Olmadı. Yapamadım. Onu halen sevidiğimi zaten biliyor olması lazımdı. Başka alakasız bie arkadaşımın dikkatimi çekmeye çalıştığı üzere, çok sonra farkettiğim ise "keşke yanımda olsan"a aslında bir karşılık almamış olmamdı.

Bu resim de beni ilk ağlattığı akşamdan. Oturup hayatımda ilk defa tavuklu pilav yapmıştım. Sırf onun için. Son anda arayıp babasının eve çağırdığını gelemeyeceği söylemesiydi. Dayanamayıp deli gibi ağlamıştım. Sonuçta ben onun içn bu kadar uğraşmıstım. O da sesimden bunu anlayıp kalkıp gelmişti yanıma. En büyük problemim buydu o zamanlar..

7 Haziran 2010 Pazartesi

Doğumgünüsü..

Aylar öncesinden planlamıştım ben ne yapacağımızı o gün.. Sana da anlatmıs mıydım?

Beyaz bi gomlek alacaktım ona. 2 yılda giydiğini gördüğüm tek gömlek, çıkmaya başladığımız günün ertesi beni etkilemek için giydiği o ekose gömlekti. Reyna'ya Blackk'e bir yere götürecektim onu. Önce baş başa yemek yiyecektik sonra herkesler gelecekti, içecektik eğlenecektik.. Hiç gitmemiş o oralara. Uludağ'dan sonra onun için bunu da yapabilmiş olmak istiyordum. Uludağa'a yanıma günü birlik geldiğinizde "Biz de adammışız be Etiş!" demesi çok dokunmuştu bana. Bir yandan onu sevip sarmalamak, bir yandan da bu içinde yaşadığı küçük kutudan çekip kurtarmak istiyordum onu. Ayrıldığımız gece de söyledim kısa olarak "doğum gününü bile planlamıştım." diye ama hatırlamıyordur büyük ihtimalle. Aklına benim gelip gelmediğim bile meçhul..

Şimdi yarın doğum günü.Feysbukunda uyarısını gördükçe, bugünün tarihini bir yerlere yazmak zorunda kaldıkça içim bir cız ediyor, gözlerim doluyor. Gözlerimi dolduran onun yanında olamayacak olmam, bir mesaj atmak için bile bütün haftadır düşünüyor olmam, onun hayatına aynen devam edip benim hayatımda dramatik değişiklikler olmasına rağmen, hayatıma devam edememem. Nefret ediyorum :'(

Mesaj şu olacak: "İyi ki doğdun. Nice senelere" Daha fazlasını yapabileceğimi zannetmiyorum. Kalbim artık kaldırmıyor.

3 Haziran 2010 Perşembe

Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek..

1 miligramlık ümide bel bağlamaya halihazırda bekleyen ben, hiç böyle olacağımı sanmazdım. Bitti gitti.. gidene güle güle türünden olduğumu sanıyordum. Tabii bi şey yaşamamışken afra tafra yapmak kolay. Sen gel bunları da kalbine anlat. Yeniden yaşama şansının kapısı aralanmaya müsait, cereyandan belki bi gıdım bizim de payımıza düşer diye bekliyorum. Offf.. Ne dediğimi ben de bilmiyorum.

2 hafta evvel çarşamba, en son yazımdan 1 gün sonra orada söylediklerimin çoğunu yalancı çıkartarak, "ben malımı harbi iyi tanıyormuşum" dedirterek iş çıkışı aradı ve eve geleyim fotoğraf makinesini senden alayım dedi. Tabii aklımdan geçen binlerce, milyonarca şeyin en göze batanı "benimle oturup konuşmak istemiyor demekki ki eve geliyor, alıp makineyi gidecek". Ama korktuğum başıma gelmedi. En büyük korkum olur da karşılaşırsak bana sevgili gözüyle bakmayacak olmasıydı. O yüzden ne kadar özleminden ölüyor da olsam görmek istemiyordum. Veee... beklenen an geldi. Camda motorunu görmek için beklerken motorun sesi duyuldu ve az sonra bunu kendisi takip etti. Kalbim deli gibi çarpma başladı ama kendimi o arayana kadar ayakkabılarımı giymemeye ikna edebildim. Sakinleşmeliydim.. hem de bir an önce.. Yavaş yavaş ayakkabılarımı giydim, üstüme bir hırka aldım, son derece yavaş adımlarla kapıdan çıktım, 5 hafta önce beni bırakmış olduğu ve halen eve girerken orada tekrar belirmesini düşlediğim merdivenlerin altına doğru inmeye başladım, derin bir nefes aldım.. ve karşımdaydı. O da ne yapacağını bilemiyordu. Yanına gittim. Sımsıkı sarıldı. Belli ki öpmekte tereddüt ediyordu benim ne tepki vereceğimi bilemediği için ve ben öptüm. Sarıldı, kokladı, öptü, öptü.. özlemiş beni.. belli. T-shirt'ünü verdim geri, ayrıldığımızda dolabın arkalarına tıkıp, yanlışlıkla görünce bütün midemi ve bünyemi alt üst eden t-shirtü.. gerçekten onun parçası olan, benim olmayan t-shirtü. Geri vermeliydim, evet. Aklıma hiç gelmeyecek şey Ezgi'den geldi. Eğer bende kalmasını söylerse "geri gelmeyeceksen kalmasın" dememi tembihledi ve aynen dediğini uyguladım. Lafın koyduğunu görür gibi oldum ama t-shirt'ü almasıyla göt olan ben oldum. Giderken Ermeni bir kızla evlenmezse beni aramasını söylediğim nüktemle aynen bana geri dönüş yaptı ve "aynı yerden 2. kez gidişini izleyeceğime inanamıyorum" diyerek aynı yerden 2. kez gidişini izledim.

Bunun etkileri artçı olarak geldi. Çarşamba, perşembe sadece onu gördüğüm için mutluydum. Bir de tabii onun da beni özlediği için. Cuma içim kararmaya başladı ve cumartesi en alakasız yerde patladım. Asıl nedeni alakasız nedeniyle çoook alakasız olan ve bir kaç gün gecikmiş gözyaşlarımı kurutmak bayağı zamanımı aldı. Bunun üzerine kendimi toparlamanın tek yolu iş bulmak fikrinden hareketle gönderdiğim CVlerin birine geri dönülmesiyle salı görüşmeye geldim, çarşamba okulla ilişkili son dersimi verdim ve perşembe işe başladım. Bugün tam 1 haftam doldu.

Ofis Taksim'de. Sağımda Almızo, solumda Ezgi, ortada ben.. buluşmak kolay oluyor. Pazartesi de tam metroya doğru yönelirken Ezgi aradı hadi gel diye. Taa Kasımpaşa'ya indim. Arada okuldan bir tanıdıkla konuştum 5 dakika onunla muhabbet, Ezgi ofise geri dönmüş, ofiste bir tolet molası, arkadaşlarıyla tanışma, ve geri dönerken ağır çekimde motorunda Arda'yı görmem.. Önce kask ve içinde gözlükleri ve o güzel yüzü, sonra motoru, sonra da plaksı doğruladı bu ağır çekimde ilerleyen görünütüyü. Ve bu zincirleme reaksiyon başlattı farketmeden.. bugün de devam eden. Dün sabah 2008 doğumgününde evde projeyle cebelleşirken tam 12de kapımda pastayla belirdiği fotoğrafları buldum alakasız bir dosyanın içinde. Öyle bir iç çekmişim ki patron üstüne alındı, o kadar yani.. Gerçekten mutluyuz.. Bunun üstüne tanışmamızın hatta çıkmamaya başlamamızın vesilesi Ayça feysbukundan özledimm mesajları atarken " doğumgünüme geliyorsunuz değil mi?" yazınca burda 2. çoğul şahıs beni aniden korkuttu ve bunu fysbukunda yapamayacağıma karar verip aradım. Anlatırken yine bir hüngür şakır.. Ne zaman ağlayacak daha fazla göz yaşım kalmadığını düşünsem, yenileri peşi sıra geliyorlar. Ayça işte bu eşeğin aklına karpuz kabuğu düşüren. Eşek ben, karpuz kabuğu da Arda tabii ki.. Tutturdu yok, ben onun daha önceki kaç sevgilisinde yanındaydım. Bunun sebebi bu olamaz, seni de seviyor bariz.. başka bir şey var.. ben bir konuşayım. Ne kadar aksine ikna etmeye, artık umut olmadığını anlatmaya çalışsam da boşuna. Sen bir dur ben konuşayım sana döneceğim diyor bir de. Ne diyeceğini hiç bilmiyorum, bilmek istediğimden emin olup olmadığımı dahi bilmiyorum.

Deli gibi feysbukuna bakıyorum, faal feysbuku hayatı bir duraklama dönemine girmiş. MySpace'ine baktım bugün 21 Mayıs'ta yazmış en son.. Durumu Bekar. Harika değil mi? Ne çabuk alışmış. Haa.. bu arada.. Ayça'nın Arda'yla 2-3 hafta önce karşılaştığını ve Arda'nın Beşiktaş Meydanı'nda kayıyor olduğunu ve aşırı mutlu gözüktüğüü söylemiş miydim? ve benden hiç bahsetmediğini..?

Bi de, bi de.. fotoğraf makinesini her elime aldığımda ağlıyorum diye bırakmış olduğum fotoğraf dersinden C'yle geçtiğimi..?

18 Mayıs 2010 Salı

Giden sevgiliye mektup..


Göğsümdeki genişçe bir alanı, şiddetli geçimsizlik nedeniyle, vahşice koparıp atmak istiyorum. Beklentisiz bir hayat yaşamak istiyorum. Her şey bana sürpriz olsun. Kafam çalışsın ama böyle şeylere çalışmasın.

"brick by brick, brick by brick... here we have a brick wall . Wall by wall.. there will be a block; and then block by block.. someday there will be cities between us.. cities, countries, continents.. and someday you even won't be in my world."

Sen ümidim kırdıkça bir tuğla daha ekliyorsun aramızda oluşan duvara. Ben farkında değildim ama bir süredir kat çıkmaktaydık belki de. Artık hiç bir şeyden emin olamıyorum. İlk 10 ayımız, hayatımda geçirdiğim en güzel zamanlardı. Her gün soran herkese "her gün bir öncekinden daha güzel" diyebiliyordum. Gerçekten de öyleydi. Böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşünen bu karamsar "ben"e, sevgiyi ve mutluluğu öğrettiğin için teşşekürler her şeye rağmen. Her zaman hayatımda en azından bir kere bunu yaşamış olmak istemiştim. Her şeyin en güzelini yaşattın bana o 10 ayda. Şimdi ölsem, mutlu ölürüm diye düşündüğümü bile hatırlıyorum. Her şey çok kolaydı. Çünkü gerçekten her şey çok kolaydı. Kirasını, faturasını, ıvır zıvırını bizim ödemediğimiz bir evimiz vardı. Kırk yılda gelip giden bir ablam, en az bizim kadar çılgın bir kedimiz, komagene'miz, kırmızı koltuğumuz, televizyonumuz ve filmlerimiz vardı. En büyük problemimiz akşam hangi filmi izleyeceğimizdi. Bana evden gidince problemler geldi gibi geliyordu şu ana kadar. Ama sen hiç bir zaman bu ilişkiyi ilişki olarak almadın. Evet beni sevdin. Evet bir süre sen de mutluydun. Ama en başından beri kendini tuttun. Her zaman kafanın bir köşesinde "Abi dur. Çok sarma bu kıza. Evlenmeyeceksin nasılsa, eğlen bari" dedin. Ben seni yarını düşünmeden sevdim. Ben seni geçmişimizi, geleceğimizi umursamadan sevdim. Şimdi önemliydi sadece. Sen şimdi de beni önemsememeye başladıkça kalbimin kırılan binbir parçası ufak ufak dökülmeye başladı. Ufalanan kırıkları da içime attım, bir şey söylemeye hakkım yok diye düşünerek. Kendi kendimi bir kısır döngünün içine soktum. Sonunda istediğim tek şey beni sevmendi, benimle olmandı. Şimdi onu da kaybettim. Ama ilk günlerde olduğu gibi kalp kırıklığımın bir kaç parçasını sana doğru atmış olmamdan pişman değilim. Beni seveceksen buna rağmen değil, bununla birlikte sevmeliydin.

Gerçekten rahatladığına inanıyorum. Ne zamandır bekliyordun, ve sonunda oldu. Umarım rahatlamışsındır. Belki de annenin ayarladığı kızlarla görüşmeye başladın bile. "biliyorsun zaten :(" diyorsun ama benim bir şey bildiğim yok. Sana hep söylediğim şey buydu zaten. Bazen küçük jestlerle belli etmeye çalışmaktansa, bir kere açık açık söylemek daha etkili olur. Bir türlü kabul ettiremedim bunu sana. Çünkü her zaman senin bildiğin doğru. Oysa ki sen bundan fazlasıydın. Ben bunu görebiliyordum. Ama sen kendin için bu küçük dünyayı seçtin. Güle güle yaşa şimdi orada.

Bu aslında giden sevgiye mektup oldu..

Gerçi şimdi düşününce, ilişkimizin başında da beni aynen böyle sinir etmişti. Ne yapmak istediğini, nereye varmak istediğini bir türlü anlamamıştım. Barbaros Bulvarı'nın başında kendi kendime çığlık çığlığa bağırıp amcanın birinden azar işitmiştim. Sonuç olarak her şey olacağına vardı. Aynen şimdi olacağı gibi. Belki de iyi şeylerin gelişi sancılı oluyordur.

Ben tam burada içimdekileri dökerken aynı zamanda o feybukunda geçen aylarda vefat eden babaannesinin fotoğrafını koymuş. Birden kötü hissettim kendimi. Her şey çok boş gözüktü. Ben neredeyim, o nerede.. Arayıp iyi misin diye sormak istedim ama benim gecenin bir yarısı onu arayabilme ayrıcalığım kaldırıldı. Dişimi sıkıp yoluma devam etmem lazım. Ve belki de teknolojiden biraz uzaklaşmam..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Aklında kalacağına, midende kalsın..


Eflatun'a iki soru sormuşlar;
- Birincisi, İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir
?

Eflatun tek tek sıralamış,

-Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler
-Ne var ki çocukluklarını özlerler
-Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
-Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
-Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar.
-Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.
-Hiç ölmeyecek gibi yaparlar.
-Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.

Sıra gelmiş ikinci soruya;
-"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış,
-Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın !
-Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır.
-Önemli olan; hayatta,"en çok şey'e sahip olmak" değil,"en az şey"e ihtiyaç duymaktır.

Şimdi konumuza dönmek üzere.. "Aklında kalacağına, midende kalsın.." burada aslında kutuda kalan son 9 erik için söylenmiş bir laftı. Kasemde zaten 12 tane vardı. Ama dayanamadım onları da aldım. Ve tadı diğer 12 tanesiyle tıpatıp aynı olmasına rağmen diğer 9'u da zevkle yedim. Biraz şiştim tabii.

Arda'yla da aynı şeyi mi yaşıyorum? 2 yıl çok güzel geçti. Ama belki de bütün yaşanması gereken 2 yıldı. "Aklında kalacağına, midende kalsın.." mantığıyla daha fazlasını istiyorum.. Bunun mantıklı düşünülmüş bütün sonlarının beni şu an olduğum yere geri getireceğini bilerek. Onun "istisna"sı ben değilim, ben bu durumda "bir erkek ilişkinin başından seninle evlenemeyeceğini söylüyorsa bunun sonu ayrılıkla bitecektir. -nokta!-" "kural"ıyım. Belki de bunu olduğundan fazla bir şeye çevirmeye çalışıyorum çünkü kafamda "belki de beni yeterince sevmedi" seslerini susturabilmeye ihtiyacım var.

Üzerinden kendimi toparlayacak kadar zaman geçtikten sonra da duygularım mantığımın önüne geçiyorsa, bunu o zaman tekrar düşünürüm. Ama geçen 5 haftanın hiç kolay olmadığı gibi, bunun bir süre böyle devam edeceğini kabullenmek durumundayım. Sanırım zaten kolay olsaydı, o zaman bunda bir gariplik olurdu herhalde.

Bugün aramaması belki de çok iyi oldu. Kesinlikle hazır değildim. Gerçek anlamda sinir krizi eşiğinde bir enkazdım. Hiç aramasa belki daha iyi. Belki bir süre daha çok üzüleceğim ama en azından soğuk gerçekle yüz yüze kalmış olacağım. Bilmiyorum.. Gerçekten aklımda kalacağına, midemde bir stres topu olarak kaldı. Ama en azından top artık gerçekten onun sahasında. Benim aklımda kalacak başka hiç bir durum yok.

16 Mayıs 2010 Pazar

The Mysterious Voyage of Our Homer

Bu bölümde Homer dünyanın en acı "chilli pepper"larından yeyip, çok acayip bir "trip" yaşar. Bu "trip"inde ona yol gösteren "coyote" "soulmate"ini bulması gerektiğini söyler. Ruh ikizinin Marge olduğunu açıklayan Homer'a tekrarlanan "Ruh ikizini bulmalısın!" sözleriyle Homer Marge'ın ruh ikizi olmayabileceği şüphesiyle karşı karşıya kalır. 20 dakikalık başka bir ruh ikizi arama macerasından sonra aralarında şöyle bir konuşma geçer...

Homer: Wow Marge, you really do understand me. See I tohught we weren't soul mates because...
Marge: ...we had a fight?
Homer: Right. And we don't like the same things. It's like you're from Venus...
Marge: ...and you're from Mars.
Homer: Oh sure. Give me the one with all the monsters.
Marge: Homer, don't you see.. Our differences are only skin deep...
Homer: ...but our sames go right down to the bone. Maybe we do have a...
Marge: ...a profound, mystical understanding.
Homer: Hey, we do! Oh Marge! We're number one! We're number one!

buradan çıkarılan sonuç...

...don't you see... Our differences are only skin deep...
...but our sames go right down to the bone. Maybe we do have a...
...a profound, mystical understanding.

Mükemmel..

13 Mayıs 2010 Perşembe

Kalanşom öldü, tıpkı ilişkim gibi..


Bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Nisan 2008'de ablamla Ortaköy'e taşındığımızda kendime bir sardunya aldım, koyu pembe. Bu çiçeği yaşatabilirsem, bu eve de bakabilirim diyerek. Daha sonra Ağustos 2008'de Arda'yla çıkmaya başladığımızda bir kalanşo aldım, turuncu. 10. aydan sonra kavga etmeye başladığımızda çiçek vermeyi bıraktı ama çok güzel yeşil bir bitki olarak hayatına devam ediyordu. Bir kaç önce soğuklar gelince, kendini iyice saldı ve mevta oldu. O da uzatmaları oynuyordu, demek ki biz de..

Sardunyamın hala hayatta ve çiçek veriyor olduğunu belirtmek istiyorum. Ekim 2009'da annemlerin evine geri dönmüş olsak bile. Kalanşo bunu kaldıramadı sanırım..

I'm Going Slightly Mad


Evet sanırım yine kıçım açıkta kalmış. Olabilecek rüyaların en korkuncunu gördüm sanırım. Kafama takılan şu fotoğraf makinesini geri verme olayı vardı ya.. bir de birileri aynı böyle ayrılan birilerinin erkek olanının 1 ay sonra birileriyle çıkmaya başladığını söylemişti. Rüyama girmese olmaz.

Water World'de yaşıyoruz. Gerçekten dünyanın %90'ı su. Bir arkadaşım, onun arkadaşı bizim eve varmaya çalışıyoruz. Yolun belli bir kısmını geçtikten sonra, kızın Arda'nın eski kız arkadaşı olduğunu ve şimdi benden ayrıldıktan tam 1 ay sonra yeniden çıkmaya başladıklarını öğreniyorum. Bizim ayrılmamıza sebep olan ve onların arasında da bulunan din farkının kızı daha etkilemeye başlamadığını görüyorum. Kalbimi susturmak için yutkunaraktan "sevindim sizin için, yani mutluysanız" diyorum ve gitmeye başlıyorum. Tabii ki sonra dayanamayıp Arda'nın eski kız arkadaşı olduğumu, yaklaşık 2 sene beraber olduğumuzu, ondan severek ayrılmak zorunda kaldığımı ve bunun asıl sebebinin benim evlenemeyecek olmamızı kafama takmam değil, asıl onun bir an evvel evlenmek, çocuk yapmak ve soyadını devam ettirmek istemesinin olduğunu anlatmaya çalışıyorum kıza. Tabii bu uyarılar benden gelince biraz kıskanmanın etkisi varmış gibi gözüküyor ama aynen onun iyiliği için doğruları söylediğimi söylüyorum. Şimdi üzülmesinin 1-2 sene sonra üzülmesinden iyi olabileceğini söylüyorum -aynen Arda'nın ayrılırken bana söylediği gibi-. Kızın gözünü bizim ilişkimizin başlarından hatırladığım mutluluk ve aşk bürüdüğünden kendimi bir yandan ona kötülük yapıyormuş gibi hissediyorum. Ama yaşadığımız onca şeyin bir yalanmış gibi kenara atılıp, üstüne basılıp, çiğnenmesine, hiç olmamış gibi davranılmasına da gönlüm el vermiyor. Eve vardığımızda gösteriyorum "işte burada bir oğlumuz olursa.." demişti diyorum. Kızı orada bozmayı başarıyorum. Ama ayrılmayacak sanırım. Yani ben olsam ayrılmazdım..

Bu arada gerçek dünyada Arda'nın sesini duymayalı 8 gün, sanal ortamda dahi karşılaşmayalı 18 gün, yüzünü görmeyeli 32 gün oldu. Ayrıca fotoğraf makinesi için aramama 4 gün, doğum gününe 26 gün kaldı. Peki feybukuna bakmayalı.. 30 saniye belki.. David Guetta'nın The World Is Mine'ını koymuş ve anlık durumuna da aynı şeyi yazmış. Birden feysbuk fatihi oldu çıktı başımıza. Sürekli bir durum değiştirmeler, ona buna laf atmalar, videolar falan. Yok yok.. Çıldırmayacağım. Kıskançlık değil bu. Sadece eskiden haberim olduğu ve benimle olduğu için hiç umurumda olmazdı nereye ne yazmış, kim görmüş, ne demiş.. Artık bir tek bunları görebiliyorum ya, ne olduğunu, ne döndüğünü anlayamıyorum ya.. İşte ben ona çıldırıyorum. Ayrıca bu şarkıyı Depeche Mode'un solisti söylemiyor muydu? Neyse ben de onun World Is Mıne'ını görüyor ve I'm Going Slightly Mad'le arttırıyorum.

I'm going slightly mad
I'm going slightly mad
It finally happened - happened
It finally happened - ooh oh
It finally happened - I'm slightly mad
Oh dear!

Queen

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Güneş tutulması ve Yıldızlar




Büyükada'daki eski evimizdeyiz. Kendi evimizde değiliz ama komşumuzdayız. Doğan alt katta. Hani hatırlayanlar için bir şampuan reklamı vardı 10 sene önce falan. Uzun saçlı küçük bir kız vardır. Saçlarını yıkar kurutur ve sonra kapı çalar ve "Aa Doğan!!" diye kapıyı açar. Orada anlarız ki kız abisinin arkadaşına aşık. Tam o sıralarda aynı şey aynı isimle ve benim aynı çehremle geçerliydi.

Neyse rüyaya dönersek alt katta Doğan'ın evindeyiz. Sanki bir mucit, bir bilgin yaşıyormuşçasına dehalık bir dağınıklık var evde, bir de eski filmlerden fırlamış altın rengi bir teleskop. Sonra üst kata çıkıyoruz ablamla. Ben telefonda veya evin içerisinde birileriyle tartışıyorum. Arkamı dönmemle birden bire dışarıdaki güpegündüzlük mavi gökyüzyünün yıldızlarla bezele zifiri karanlığa dödüğünü farkediyorum. Arkadan biri Güneş Tutulması diyor. Ama yeryüzünde kimse böylesine bir güneş tutulmasına tanık olmamıştır. Korkutuculuğunun yanında, korkutucu derece güzeldi. Hayatımda İstanbul'da o kadar yıldızı bir arada hiç görmediğimi düşünüyorum. Sanki kutup ışıkları zifiri karanlık gökyüzünün altına saklanmış çıkmaya çalışıyormuş gibi renk patlamalarının arasından milyonlarca yıldız görüyorum. Ablamda arkamda sürekli olarak "Doğan'ın teleskobu var, her sene izliyormuş o. Ama artık izlemeyecekmiş" diyor. Ben de bu kadar fazla Doğan'dan bahsedişini ondan hoşlanmasına yoruyorum ve diyorum senin bir erkek arkadaşın var, hatırlıyorsun değil mi? Onun ne alaka demesiyle gerçek dünyada kendisi beni arıyor ve uyanıyorum.

Nasıl yorumlandıracağımı hiç mi hiç bilemedim. Bana mucizevi gibi geldi. Yoruma da gerek yok bence bu yorumdan sonra..

Uyandım ve yine aklımda Arda. Teknolojinin de hiç yardımı olmadığını da söyleyebilirim rahatlıkla. Birinin aramak ya da aramamak elinde olan bir şey. Ama sanal ortamda karşılaşmak normal şartlarda tesadüfi olarak gerçekleşen bir şey. Artık kesinlikle o da gerçekleşmiyor. Karşılaşsak ne konuşabiliriz orası da bir muamma ama en azından görmüş olmak bile biraz hafifletiyor o anlık sancımı. Sonra tabii konuşmadığımızı fark edince artan bir sancıya dönüşüyor kendisi. En iyisi sanki telefonu çekmeyen bir yerdeymiş gibi düşünmek. Daha doğrusu bunu bile düşünmemek. En iyisi benim gibi bütün durumu inkar edip sanki hala berabermişsiniz gibi düşünürek, sanki yarın yanında uyanacakmışsın gibi, sadece telefonda konuşmuyormuşsunuz gibi davranmak. Day by day geçmesini beklemek. Atlatmak demiyorum çünkü atlatmaya da atlatılmaya da alerjik bir bünyem olduğunu fark ettim. Bir de bu akşamdan ötesinin düşünmek için fazla acı veren bir gelecek olduğunu. Eğer gerçekten hayatta kurallar ve istisnalar varsa, ve herkes aslında birilerinin kişisel istisnası olabiliyorsa, ben nerede kalıyordum acaba onun için, içimi yiyen soru işte bu. Gerçekten onun kendini kandırmak için söylediği gibi eğleniyor muyduk sadece, yoksa bu olayda tamamen kendini kandıran ben miydim?

Kendimi midemde bir kara delik varmış, kusmuşum ama boşluğun derinliklerine yaklaşmamışım gibi hissediyorum..

Çıldırmak üzere bir iki laf..

Her akşam yatarken Ardamı istiyorum diyerek uyuyorum ve her sabah kalkarken Ardamı istiyorum diyerek uyanıyorum. Daha başka ne diyebilirim ki..

11 Mayıs 2010 Salı

How Can You Mend A Broken Heart


I can think of younger days when living for my life
Was everything a man could want to do
I could never see tomorrow, but I was never told about the sorrow

And how can you mend a broken heart?
How can you stop the rain from falling down?
How can you stop the sun from shining?
What makes the world go round?
How can you mend a this broken man?
How can a loser ever win?
Please help me mend my broken heart and let me live again

I can still feel the breeze that rustles through the trees
And misty memories of days gone by
We could never see tomorrow, no one said a word about the sorrow

And how can you mend a broken heart?
How can you stop the rain from falling down?
How can you stop the sun from shining?
What makes the world go round?
How can you mend this broken man?
How can a loser ever win?
Please help me mend my broken heart and let me live again

Al Green

Bence hiç bir zaman iyileşmiyor zaten, sadece unutuyoruz..

Regl, bıkkınlık, sıkıntı, boşluk, gereksiz bir limum şey..


Bir boşluktayız hep beraber ne hoş.. Resmen uzayda uçsuz bucaksız bir boşlukta süzülüyor gibiyiz. O ya da bu sebepten günün birinde çıldıracağız ve oturup o günün bir an evvel gelmesini bekliyoruz.

Paralel evrende de mutlu değilim artık. Aynen böyle
loser loser oturuyorum orada da şu an. Çevremdeki insanların sesleri kulaklarımda büyüyor, bildiğim her şeyin yerini büyük bir boşluk kaplıyor, ve ben, zaten hiç bir zaman ben olmamışken, benliğimi iyice yitiriyorum..

Her şeye rağmen en huzurlu dakikalar, hiç bir şey olmamış gibi davrandıklarım..

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Yok.. İyi değilim ben..


İç dünyamda sürekli yaşadığım bu huzursuzluk, bu özlem..Artık kendimle çelişemiyorum bile. Bütün eksilerini bilmeme, artılarına yanıt verememe rağmen, bazılarının alışkanlık demesine rağmen öyle olmadığına inandığım bir inatla onu istiyorum. Yanımda olsun istiyorum. Hayatımda onunla sadece onunla paylaşmak istediğim o kadar çok şey varmış ki.. Başıma gelen en önemsiz şeyde o da bunu bilsin istiyorum. O da bunu hissetsin, o da beni özlesin, o da benim gibi dayanamasın istiyorum.
Bu kadar kötü olacağımı ben bile bilmiyordum. Zamanla geçer sanıyordum ama bir yandan da zamanın geçirmesine izin vermemek için elimden geleni de yapıyorum. Hala bir parçası benimle yaşasın, bir parçam onunla yaşasın diye kendi çapımda didinip duruyorum. Peki neyime yarıyor bu bana acı çektirmek dışında? Bu yaşanan acının ondan bana kalan son parça olduğunu bilmem dışında?
Biliyorum geçmişlerimiz çok farklıydı. Evet, yetiştirilme biçimimiz de. Sevdiğimiz müzikler, filmler, sporlar -ben zaten hiçbirini sevmediğimden- hepsi farklıydı. Ama daha derin bir seviyede, içten içe aynıydık. Kafamız aynı şekilde çalışıyordu. İkimiz de birbirimiz için olduğumuzdan fazlası olabileceğimizi görerek daha fazlasını istiyorduk. Hiç bir sorumluluk altında olmadığımızda ve hayatın gerçekleri yüzümüze yüzümüze vurmadığında çok mutluyduk. Bizden uyumlusu, bizden mutlusu yoktu. Peki ne oldu? Baştan beri bilinenin aksine gelişen hiç bir şey..
Anlamıyorum.. Beni "deli, mahallenin delisi" diye çağıran bir insanın, ne kadar deli ve paranoyak olabileceğimi bilen insanın, buluştuğumuzda yanlışlıkla bile olsa beni öpmediğinde ruh halimin yerle bir olduğunu bilen bir insanın bana bunları nasıl yaşattığını anlamıyorum. Bir yandan böyle olması gerektiğini biliyorum, başka herhangi türlüsü geleceğimiz açısından imkansız gözükse de -olsa da- anlamıyorum.
Her şey bıraktığımız yerden devam etsin istiyorum. Bu ayrı geçirdiğimiz ve fazlasıyla her şeyi incik cincik düşünmeye zaman bulduğumuz bu arayı unutmak ve kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Ya da daha iyisi bunları yaşadıktan sonra daha güçlü, daha bağlı olarak devam etmek istiyorum. Bir şeylerin değişmesini istiyorum ama hiç bir şeyin değişmesini istemiyorum. Eğlenceden, takılmaktan fazlasını istiyorum ama kağıt üstünde ya da ailesi yanında değil, kalbinde daha fazla yer tutmak istiyorum. Bu kadar kolay olmuş olmamasını istiyorum. Bana geri dönsün istiyorum. Görmek istiyorum ama sevgilim olmayarak görmektense görmemek istiyorum. Her şey olacağına varır diyebilmek istiyorum. Ama varacak olan şeyler onun yanında olmamı sağlıyor olsun istiyorum.
Geleceği onsuz düşüneceğime hiç düşünmüyorum. 32 gün sonra benim 2-3 ay önceden planladığım doğum gününü bensiz kutlayacağını düşünmek bile istemiyorum. Mümkün olduğunca gerilere atmaya çalışıyorum başa nasıl çıkacağımı bilmediğim, aklımın ucuna bile geldiğinde kalbimin kırılışını duyabildiğim şeyleri.

Kalbim kırık oturuyorum bir başıma karanlıkta. Aklımda sadece sen..

9 Mayıs 2010 Pazar

Paint It Black


I see a red door and I want it painted black
No colors anymore I want them to turn black
I see the girls walk by dressed in their summer clothes
I have to turn my head until my darkness goes

I see a line of cars and they're all painted black
With flowers and my love both never to come back
I see people turn their heads and quickly look away
Like a new born baby it just happens every day

I look inside myself and see my heart is black
I see my red door and must have it painted black
Maybe then I'll fade away and not have to face the facts
It's not easy facin' up when your whole world is black

No more will my green sea go turn a deeper blue
I could not foresee this thing happening to you

If I look hard enough into the settin' sun
My love will laugh with me before the mornin' comes

I see a red door and I want it painted black
No colors anymore I want them to turn black
I see the girls go by dressed in their summer clothes
I have to turn my head until my darkness goes

Hmm, hmm, hmm,...

I wanna see it tainted, tainted black
Black as night, black as coal
I wanna see the sun blotted out from the sky
I wanna see it tainted, tainted, tainted, tainted black
Yeah!

Hmm, hmm, hmm,...

Rolling Stones

Pembe gözlükler pek işe yaramadı galiba.. Siyah aşk matemi havası kaldığı yerden devam.. Non-stop

Biraz da toz pembe bakalım dünyaya..

Lolita'nın bir sahnesinden fırlamışçasına hayata toz pembe gözlüklerle bakmaya yarayan bu kalp gözlükleri arıyordum ne zamandır. "La vie en rose" tarzı. En son Zeynep'le salı günü internetten yeri göğü aradık nereden bulabiliriz bu gözlükleri diye. Neredeyse neyse parası verip yurtdışından getirtecektik ki, perşembe günü Kadıköy'de yine bir ispanyolca dersini ekip gezerkene karşıma çıktılar ve tabii ki hemen bi avuç aldım. Kendime siyah aldım, matemli aşk temama uysun diye tabii..

Ilahi Intervantion!!

Ayrılığın ağır geldiği günlerden birinde, duyguların mantığın önüne geçtiği ve verdiğin bütün kararlararın kristal şeffaflığında net doğru gözüktüğü günlerde bu şeffaflığa kesinlikle kanmamak lazım. Kesinlikle! Bu aslında tamamen duygusal bir sisin içindeyken, mantığın sesi duygular tarafından susturulmuşken, kesinlikle ve kesinlikle yanlış alınan kararlardır. Bazen yapmak ve hatayı görebilmemek, yapmamaktan daha iyidir tabii.
Mesela severek ayrıldığınız sevgiliniz sizi unutmasın diye bütün resimlerinizi sanal ortamda sadece ikinizin görebileceği bir albüme koymaya çalışmak size bu duygusal anınızda çok mantıklı gelebilir. Ve de bu albümün adını biz ve yanına küçük bir kalp işareti koymuşsunuz varsayalım. Yaklaşık 130 resim vardır bu albüme konacak ve yüklenmeye başlarlar. 15 dakika geçer.. 20 dakika geçer.. ve 25 dakika sonra 130. resmin yüklenmek üzere olduğunu görüp içinizi bir heyecan basar. Neredeyse amacınıza ulaşmışsınızdır. Akşam eve geldiğinde albümü görecek ve o da sizin şu anda içinde bulunduğunuz duygusal, acı çeken ruh haline girecektir. Sadece 1 dakika sonra. Sadece 1 resim sonra. Ve işte o an gelmiştir. Bilgisayardan bir uyarı sesi çıkar ve ekranda bir yazı belirir "Yükleme başarısız!"
Başınızdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi olur. Aynı işlemi baştan yapmaya kesinkes niyetlisinizdir ama evden çıkmazsanız İspanyolca sınavını kaçırmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıyasınızdır. İspanyolca sınavı mı, büyük ihtimalle düşünüldüğü gibi sonuçlanmayacak acı bir aşk hatırası albüm mü? Çok zor bir soru..
İçinizden gelen bir merakla resim albümüne geçen o 25 dakikalık yükleme süresince hiç resim kaydedilmiş midir diye bakarsınız.. ve birden "biz "kalp" is empty" ifadesiyle karşı karşıya kalırsınız. Kalbiniz tekler.. Farkında değilsiniz ama nefesinizi tutuyorsunuz.. ve sonra ilahi intervantion'a inanmaya başlıyorsunuz..

ALES

ya da sınavın kendine de dediği gibi LEAS.. Açıklaması da Lame Excuse for A Stupid Exam.. tühh.. son E falza geldi.. Çok boktan geçti tabiri caizse. Zaten benim ALES'e neden girdiğim bir muammaykan başka bir muamma da bu sınavdan kaç alacağım oldu. Kendimi bile anlamıyorum ki bu konuda. Türkiye'de ve ya herhangi başka bir ülkede yüksek lisans yapmya niyetim bile yokken aradan çıksın, hadi herkes giriyor ben de gireyim de önümde en azından bir seçenek olsun diyerekten girdim. Boktanlığın izleri sabahtan belli olmaya başlamıştı aslında..
Sabaha karşı muhtemel kıçın açıkta kalması durumlarından birinin içerisinde yer alıp garip garip rüyalar tarafından uyandırıldım. İlk rüyamda Kardeshian kız kardeşler vardı. Rüyamda ne işleri vardı hiç bir fikrim yok ama diğer rüyalar bundan da garip olduğu için bu konuyu o kadar da kurcalamıyorum şimdilik. Bu kardeşlerin Kourtney olanıyla takılıyoruz biz nedense ve saati sorduğumda 11buçuk olduğunu söylüyor ve ben sınavı kaçırdım telaşıyla bir karabasan evresinin içinde uyanmaya çalışıyorum. Bir kaç denemeden sonra uyanıyorum ve Ezgi'nin üstünden atlayarak telefonuma yaptığım ani hamleyle saatin daha 6çeyrek olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalıyorum. Hayırdır.. diyerekten uykuya geri dalıyorum ve Kardeshianlar peşimi yine bırakmıyor. Bu sefer Kim'le yemek yiyoruz ve saate bakıyor ve 16 olduğunu söylüyor. Ben de yine bir panik hali ve uyanıyorum saat 6.45.
Bu kadarla kalsa yine iyi. Bir sonraki rüya aralığında Nicole Kidman var ve elleri yerine ayakları, ayakları yerine elleri var ama hayata karşı pozitif tutumunu koruyabilmiş ve ambar gibi bir alanda çalışanlara motivasyon konuşmaları yapıyor. Bunların arasında sol elimin üst kısmını boydan boya kesiyor ve kanının akmasını izliyor. Bir nevi ruhani temizlik ritüeli oluyor. O kısmı bayağı ilginçti, çok detay hatırlayamasam da. Uyandığımda da elimde nasıl gerçekleştiğini hatılamadığım bir kesik vardı. Sonra rüyaya bir yerlerden Benicio Del Toro giriyor ve iş orada iyice çığırından çıkıyor. Kendisi motel odası gibi bir yerde fakat odanın kapısı Nicole'un konuşma yaptığı yere doğru giden bir öğrenci yurduna açılıyor. Oralarda işler biraz karışıyor, öğrenci çalışmaları, maketler, hocalar.. Klasik öğrenci çıldırma halleriyle yataktan zıplıyorum ve saat 7.45.
En sonuncusu sanırım en sinirimi bozan. Rüya içeriği baştan sona sinir bozucu. 1 ay önce birbirimizi severek ayrılmak zorunda kaldığımız erkek arkadaşımı içeriyor bu. Rüya şöyle gelişiyor.. Bir zaman önce bu bana hayatından bir şeyler anlatıyor ama benim tek hatırladığım "mısır koçanı". Mısır koçanı burada kıskançlığa sebebiyet verebilecek potansiyele sahip geçmişten gelen bir kızı temsil ediyor sonralarda anladığım üzere. Bu konuşmanın üzerinden belli bir zaman geçiyor biz Arda'yla görüşmüyoruz uzun zaman ve ben buna bir mail atıp.. o kadar komik ki bir ara kıskançlığımdan google'da mısır koçanını bile araştırmıştım diyorum. Onun buna gülüp geçeceğini düşünürken bu mail bayağı ters tepiyor. Tepki şu.. Ben eğlendiğimizi düşünüyordum. Yani takılıyorduk, eğleniyorduk değil mi? Neden böyle bir şey yaptın ki şimdi? ve benden bir kere daha ayrılıyor ve ben bir kere daha yılıyorum. Ve bu sefer son sefer olmak üzere uyanıyorum zaten artık saat 8.15. Kalkıp hazırlanıp ALES'e gitme zamanı. Neredeyse 1 hafta geciken reglimin sancısıyla çıkıyorum yola..