12 Mayıs 2010 Çarşamba

Güneş tutulması ve Yıldızlar




Büyükada'daki eski evimizdeyiz. Kendi evimizde değiliz ama komşumuzdayız. Doğan alt katta. Hani hatırlayanlar için bir şampuan reklamı vardı 10 sene önce falan. Uzun saçlı küçük bir kız vardır. Saçlarını yıkar kurutur ve sonra kapı çalar ve "Aa Doğan!!" diye kapıyı açar. Orada anlarız ki kız abisinin arkadaşına aşık. Tam o sıralarda aynı şey aynı isimle ve benim aynı çehremle geçerliydi.

Neyse rüyaya dönersek alt katta Doğan'ın evindeyiz. Sanki bir mucit, bir bilgin yaşıyormuşçasına dehalık bir dağınıklık var evde, bir de eski filmlerden fırlamış altın rengi bir teleskop. Sonra üst kata çıkıyoruz ablamla. Ben telefonda veya evin içerisinde birileriyle tartışıyorum. Arkamı dönmemle birden bire dışarıdaki güpegündüzlük mavi gökyüzyünün yıldızlarla bezele zifiri karanlığa dödüğünü farkediyorum. Arkadan biri Güneş Tutulması diyor. Ama yeryüzünde kimse böylesine bir güneş tutulmasına tanık olmamıştır. Korkutuculuğunun yanında, korkutucu derece güzeldi. Hayatımda İstanbul'da o kadar yıldızı bir arada hiç görmediğimi düşünüyorum. Sanki kutup ışıkları zifiri karanlık gökyüzünün altına saklanmış çıkmaya çalışıyormuş gibi renk patlamalarının arasından milyonlarca yıldız görüyorum. Ablamda arkamda sürekli olarak "Doğan'ın teleskobu var, her sene izliyormuş o. Ama artık izlemeyecekmiş" diyor. Ben de bu kadar fazla Doğan'dan bahsedişini ondan hoşlanmasına yoruyorum ve diyorum senin bir erkek arkadaşın var, hatırlıyorsun değil mi? Onun ne alaka demesiyle gerçek dünyada kendisi beni arıyor ve uyanıyorum.

Nasıl yorumlandıracağımı hiç mi hiç bilemedim. Bana mucizevi gibi geldi. Yoruma da gerek yok bence bu yorumdan sonra..

Uyandım ve yine aklımda Arda. Teknolojinin de hiç yardımı olmadığını da söyleyebilirim rahatlıkla. Birinin aramak ya da aramamak elinde olan bir şey. Ama sanal ortamda karşılaşmak normal şartlarda tesadüfi olarak gerçekleşen bir şey. Artık kesinlikle o da gerçekleşmiyor. Karşılaşsak ne konuşabiliriz orası da bir muamma ama en azından görmüş olmak bile biraz hafifletiyor o anlık sancımı. Sonra tabii konuşmadığımızı fark edince artan bir sancıya dönüşüyor kendisi. En iyisi sanki telefonu çekmeyen bir yerdeymiş gibi düşünmek. Daha doğrusu bunu bile düşünmemek. En iyisi benim gibi bütün durumu inkar edip sanki hala berabermişsiniz gibi düşünürek, sanki yarın yanında uyanacakmışsın gibi, sadece telefonda konuşmuyormuşsunuz gibi davranmak. Day by day geçmesini beklemek. Atlatmak demiyorum çünkü atlatmaya da atlatılmaya da alerjik bir bünyem olduğunu fark ettim. Bir de bu akşamdan ötesinin düşünmek için fazla acı veren bir gelecek olduğunu. Eğer gerçekten hayatta kurallar ve istisnalar varsa, ve herkes aslında birilerinin kişisel istisnası olabiliyorsa, ben nerede kalıyordum acaba onun için, içimi yiyen soru işte bu. Gerçekten onun kendini kandırmak için söylediği gibi eğleniyor muyduk sadece, yoksa bu olayda tamamen kendini kandıran ben miydim?

Kendimi midemde bir kara delik varmış, kusmuşum ama boşluğun derinliklerine yaklaşmamışım gibi hissediyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder